5 Mart 2014 Çarşamba

[Şirin Soysal] Sessizliğin müzikle karıştığı karlı ovalarda

Çok uzun zamandır Şirin Soysal’a dair bir şeyler yazmak istiyordum, öncelikle bu gecikmeden ötürü özürlerimi ileterek başlayayım. İkincisi de hâlâ Şirin Soysal’ı hiç dinlememiş insanlarla karşılaşıp onlar adına çok üzülüyorum. Lütfen artık duymayan, bilmeyen kalmasın; herkes onu sevsin istiyorum. Ayrıca çok sevdiğim müzisyenler hakkında bir türlü yazmaya başlayamadığımı daha önce belirtmiştim. Üçüncü ve son diyeceğim de bu yazıya başlamamın yaklaşık altı saatimi aldığıdır, nereden başlayacağımı bilemediğim için üç yemek, üç de kahve molası verdim. Hem de henüz başlamadan.
2011 yılında yayınlanan Bir Şeyler Var albümüyle tanıdım Şirin Soysal’ı. Albümü dinlemeye başlayınca Şirin Soysal beni dünyasına hapsetti. Defalarca dinledim, art arda. Siz bir şarkıya neden tutulursunuz bilmiyorum ama beni genelde sözler yakalar. Bir Şeyler Var’daki bütün şarkıların sözleri beynime kazındı. Hiç ummadığım anda çıkıp bir yerden geliyorlar, seyrettiğim manzaraya, ettiğim sohbete anlam katıyorlar. Sözlerin her dizesi dolu dolu. Belki üç beş kelime var bir dizede ama arkalarında uzun seneler var; belli ki üzerine kafa yorulmuş hikayeler var. Yine de neden Şirin Soysal çok sayıdaki iyi müzisyenin arasından sıyrılıp birdenbire benim hayatımda bu kadar yer tutmaya başlıyor? Ukala görünmeyi göze alarak vurgulamak istediğim bir nokta var. Şirin Soysal’ın sözlerini sevmek biraz da hayata nereden baktığınızla alakalı. Aradığınız “bir şeyler var” ise şayet, sizi temin ederim ki seversiniz. Yok “benim çok genel dertlerim var, zaten ben böyle iyiyim” diyorsanız Şirin Soysal’ın neden bahsettiğini bile anlamayabilirsiniz.

Şirin Soysal’ı ilk defa geçtiğimiz sene yağmurlu bir gecede izlemiştim. Albümde yer alan şarkılarının yanı sıra sevdiği şarkıları da yorumlamıştı sahnede. Telephone Call From Istanbul’u (Tom Waits) söylediğinde o gece mavi trençkotumu giydiğim için birden bir sevinç doldurmuştu içimi. Saçma gelebilir ama çoğumuz şarkıları böyle severiz. En çok bizi anlatanı en çok severiz. Hiç ummadığımız anda bir şarkıyla bağ kurabilme ihtimalimiz vardır, kurulacak bu bağlara diğerlerinden daha çok ihtiyacı olan kişilerin müzikle arası daha iyidir.
12 Ocak akşamı Şirin Soysal Kadıköy’de sahne alacaktı. Zaten uzun zamandır bir daha dinlemek ve dinlemişken de konseri bahane edip yazı yazmak istiyordum. Yine ilk seferki gibi yağmurlu bir akşamdı, nedense soğuk havaları yakıştırıyorum onun müziğine. Karantina şarkısındaki dize benim için onun müziğini tanımlamaya çok yakın: “Kayıkların bile üşüdüğü serin sularda / Sessizliğin müzikle karıştığı karlı ovalarda”. Şirin’in müziğinde gürültü tamamen dışarıda kalıyor, sessizlikle müzik karışıyor, bir de soğuk. Kar da olur bence yağmur da. Ama doğa var içinde mutlaka. Ormanlar, denizler, sarp kayalıklar, sis, pus, toprak kokusu, yeşiller, griler. Böyle manzaralar geçse de gözlerimin önünden, o akşam mekanımız dağlar ormanlar değil Kadıköy’ün en sevdiğim konser mekanı olan Kargart’tı. Evimden çıkıp, ıslak sokaklardan geçip Kargart’a varmam sadece on dakika aldığından olacak her seferinde Kargart’a gelen müzisyenler sanki benim evime konuk oluyorlarmış gibi hissediyorum. Bu yüzden oradaki konserler benim için bir başka oluyor.
Şevket Akıncı & Baran Say
O akşam sahnede Şirin Soysal’a Erdem Göymen, Baran Say, Cansun Küçüktürk, Burak Ayrancı ve tabii ki Şevket Akıncı eşlik ediyordu. Sakin başlayan konserin ilk şarkısı Bir Şeyler Var’dan Yabancıyım. Şirin Soysal’ın aidiyet sorununu bu denli samimi bir biçimde ifade etmesi bana daha açılış şarkısında dinlemeye doyamayacağım bir albümle karşı karşıya olduğumu hissettirmişti: “Alın beni aranıza / Hemen şimdi ve şuracıkta / İhtiyacım var ait olmaya”.  Ardından gelen şarkı bazılarımızın kendimize sıklıkla sorduğumuz bir soruyu kendisine isim olarak seçmiş: Ne Yaptım Şu Hayatta? Şirin Soysal’ın şarkılarında sıklıkla dile getirdiği bir meramı da kendisinden kaçıp giden sözcükler: “Tutuldum söz bana geldiğinde / Birikti doğrular hep içimde”. Kendisini yazarak daha iyi ifade edebilen çoğumuz gibi konuşurken sözcüklerin nereye gittiğini soruyor o da. Albüme ismini veren Bir Şeyler Var geliyor onun ardından. (En sevdiğim dizeleri: Her zamanki kediler mi bunlar / Sanki birbirlerine gülüyorlar). Sonra bize Kargart’a gelirken yolu bulamadıklarını anlatıyor Şirin Soysal. “Sahnede çok cool duruyoruz ama işin aslı öyle değil, gelirken kaç defa yolu sorduk” diyor. Yakın zamanda Anna Karenina’yı seyrettiğini söylüyor sonra. Kostümlerden çok etkilenmiş, o kadınlar gibi görünmek istemiş. O kostümlere en yakın bulduğu ise annesinin kendisine verdiği bir elbise olmuş. Fakat elbise de Avusturya köylülerinin giydiği bir modelmiş. “Rus aristokratı olmaya çalışırken Avusturya köylüsü oldum” diyor. Seyircilerden biri “Eldivenler?” diye sorunca da “Eldivenler kurtarıyor” diyerek gülümsüyor. Konserin geri kalanında sahnede fazla konuşmuyor. Biz zaten onun yazdığı sözleri ezbere biliyoruz, neler anlatmak istediğini anlayabiliyoruz. Hem insan ne kadar konuşursa konuşsun boş, gülümsemesi her şeyi anlatmaya yeter de artar bile.

Kısa sohbetinin ardından bana hep Dali’nin saatlerini hatırlatan Saatler ile devam ediyor konser. Keşke her dizesi zihnimde ayrı ayrı yer eden bu şarkının bütün sözlerini yazabilsem, ben tadımlık birkaç dize yazayım, siz dinleyin: “Sarhoş olan biz değil saatler / Bitsin hikâyesizler, buyursun şerbetliler / Hayaldeki prens olsa da gönül haydutları sever.” Yalnız Kız ve Bilinmeyen’i de dinledikten sonra kendi şarkılarına bir süreliğine ara verip sevdiği parçalara geçiyor Şirin. Kurt Weill’dan bir parça (geçenlerde sadece Kurt Weill parçalarını yorumladığı bir konser de vermişti), maalesef adını bilmediğim Fransızca bir parça, I Put A Spell On You ve Shivaree’den Goodnight Moon. Ardından kısa bir ara verince konserin uzun süreceğini anlayıp seviniyoruz.
İlk yarıda fotoğraf çekmek için en önde oturduğumdan çaktırmadan setlist’e göz atma fırsatım oluyor. Ara verildiğinde alt kata iniyoruz, yirmi dakika oturduktan sonra hâlâ birer sigara daha içmek isteyen arkadaşlarıma diyorum ki “Yanlış görmediysem sırada Telephone Call From Istanbul var, o yüzden ben yukarı çıkıyorum”. Yanılmamışım, önce Tom Waits ardından Velvet Underground geliyor: Venus in Furs. Şirin Soysal ile Şevket Akıncı öyle bir düet yapıyorlar ki herkesin benim kadar etkilendiğini şarkının bitimindeki alkışlardan anlıyorum. İkinci yarıda sanki onlar da biz de iyice havaya giriyoruz. Belki de ben arkaya geçtiğim için bana öyle gelmiş olabilir. Konseri arkadan izlediğimde yabancılaştırma etkisi hissediyorum. Tiyatroda olanını (Bknz. Brecht) biliyoruz da konserde olanı nasıl bir şey derseniz Şirin Soysal’ın sahnesinin tam bir müzik performansı gibi algılanamayacağını söylemem gerekir. Tabii fazlası var, eksiği yok. Ama nadiren rastlayabileceğiniz bir teatrallik mevcut. Bu yüzden de farklı bir deneyime hazır olmanızı tavsiye ederim. Dikkat kesilip müziği dinliyor, sahnedeki çarpıcı doğaçlamaları gözünüzü kırpmadan izliyorsunuz ama performansın (zamanın) bu kadar içindeyken bir yandan da kendinizi büsbütün dışında hissediyorsunuz. Evet, sahnede bir şeyler oluyor ama siz olan biteni dışarıdan izliyorsunuz, kendi dünyanızdan.

Venus in Furs’ün ardından gelen Fiona Apple – Fast As You Can Şirin Soysal’ın sesine de enerjisine de çok yakışıyor. Sonrasında albüme geri dönüyoruz. Arka arkaya dinlediğimiz Karantina, Uyurgezer, Ne Yaptım Şu Hayatta ve Kuralsız Kahraman birbirlerine bağlanıyor. Doğaçlamaların seyirciyi çok etkilediği belli, alkışlar durmak bilmiyor. Onlar sahneyi terk ederken yine Tom Waits çalıyor. Kargart’ın seçimi midir Şirin Soysal’ın mı bilmiyorum ama tek bildiğim öyle bir gecenin ardından November’ın doğru şarkı olduğu. Tom Waits eşliğinde Kargart’ı terk ediyoruz. O gece konsere beraber gittiğim arkadaşlarım arasında Şirin Soysal’ı sevenler de var hiç tanımayanlar da, konuştuğumda herkesin konserden etkilendiğini görüyorum. Güzel geçen gecelerin ardından kimse birbirinden ayrılmak istemez ya bize de öyle oluyor. Sabahın yedisine kadar sohbet ediyoruz. Tabii sohbet arasında sık sık doğaçlamaların güzelliğinden, müzisyenlerin uyumundan, Şirin Soysal’ın kendi yolunda yürüyen halini ne kadar sevdiğimizden, Şevket Akıncı’nın ne kadar da saygıdeğer bir gitarist olduğundan ve sesinin güzelliğinden; yalan olmasın en çok da Venus in Furs performansından bahsediyoruz. Sanıyorum ki kendileriyle yeni bir konserde karşılaşmamız için araya çok uzun zaman girmeyecek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder