5 Mart 2014 Çarşamba

Bir Kuralsız Kahraman: Şirin Soysal


Dinlemekten bıkmadığımız Bir Şeyler Var albümünün yaratıcısı Şirin Soysal, Dublin’de tiyatro eğitimi alır ve ardından sinema üzerine yüksek lisans yapar, ancak derdini müzikle anlatmayı seçer: “…Derdimi anlatmanın yollarını arıyorum. İki sene önce şarkı yazmaya başladım. Önce melodi geliyor. Beğenirsem, ona söz yazıyorum. Müzik benim işimi görüyor. Ben de ona hürmet ediyorum. Güzel bir iş birliği oluyor…”
Şirin Soysal’la müziği ve hayata bakışı üzerine konuştuk. Keyifli okumalar…

Suçluyorum: Babanızın ve annenizin mesleklerinden dolayı çocukluğunuz yurt dışında geçmiş. Siz “Tipim Avrupalı’ydı. Sarı-mavi-beyaz. Fakat Türk olmak beni her nedense başkalaştırıyordu.” demişsiniz. Şarkılarınızda o günlerden kalan etkileri bulmak mümkün. Sizin üzerinizdeki etkileri ne denli büyük ve kalıcı oldu?
Şirin Soysal: Bu durumların etkisiyle kah boğuşuyorum, kah sevişiyorum. Hayatımın başka bir şekilde akmasını istemezdim, herşey olması gerektiği gibi oldu.
S: Oyunculuktan geliyorsunuz ve eğitiminizi bu yönde aldınız. Şu an tiyatro ve sinemaya bakışınız nedir? Türk ve dünya sineması hakkında ne düşünüyorsunuz kıyasladığınızda? Ve favori filmleriniz hangileri?
ŞS: Tiyato ve sinemanın hayatımda her zaman önemli yerleri olacak. Oralardan çok beslendim ve beslenmeye devam ediyorum. Her ikisinde de bulunmak, işler yapmak istiyorum. Türk sinemasını seviyorum fakat burda ‘sanat filmi’ adı altında çok geniş bir yelpaze yok. Sanki ‘sanat filmi’ hep ağır ve bunalımlı olmalıymış gibi. Sanat dediğin hızlı, absürd veya komik olamaz mı? Bu anlamda bir tıkanmışlık olduğunu hissediyorum. Favori filmlerimin arasında Tunç Okan’ın ‘Otobüs’ filmi, Majid Majidi’nin ‘Cennetin Çocukları’ ve Milos Foreman’ın ‘Amadeus’u var…
S: Henüz müzik kariyerinizin başında sayılırsınız. Nasıl karar verdiniz bu işi yapmaya? Hep aklınızın bir köşesinde var mıydı müzik?
ŞS: Evet, hep aklımın bir köşesinde vardı. O ‘an’ı bekliyordum veya o ‘an’ beni bekliyordu hep. Dünyada herkesin bir ‘görevi’ olduğunu düşünüyorum. Ben benimkini bulmakta epey zorlandım. Acaba bu mu, yoksa o mu, diyerek çok zamanım geçti. Şarkıcı olma fikrine nedense küsmüştüm uzun bir süre. Vardır bir hikayesi elbet… Beni dürten düşünce ‘bunu yapmazsam çok üzülürüm’ oldu.
S: Alışılmışın dışında/popüler kültürden uzakta bir tarzınız var. Ne gibi geri dönüşler aldınız müziğinizle ilgili. Çekingenliğiniz var mıydı hiç bu işe başlarken?
ŞS: Çok güzel yorumlar alıyorum. Birçok şarkının benim iç fırtınamı anlatmasına rağmen, ‘huzur veriyor’, ‘yol albümü’, ‘gece albümü’ gibi yorumlar alıyorum. Bu müziğin bir kitlesi var. Ve şu zamanda her şey değişiyor, algılar açılıyor, zevkler genişliyor… Albüm doğru zamanda çıktı… Çekingenliğimi kırmaya başladım. Sanatçı alkış ister, alkış için çalışır…Ben de her sanatçı gibi alkış istiyorum. Fakat işin saçma tarafı, alkış geldiğinde yerin dibine girmek istiyorum. Çünkü, Nelson Mandela’nın dediği gibi, insan kendi karanlığından çok kendi ışığından korkar. Gerçek bir sanatçı olmak, o alkışı, veya o ışığı kıvançla kabul etmektir…
S: Tom Waits’ten ve Marlene Dietrich’ten etkilendiğinizi söylüyorsunuz. Bu isimler dışında müzik tarzınıza ulaşmanızda hangi sanatçılardan etkilendiniz?
ŞS: O kadar çok tarz ve yorum var ki beni etkileyen… Pink Floyd’dan tut, Schubert’e gir, Arvo Part’ten çık, Edith Piaf’dan dön, Seyyan Hanım’la çarpış, Lhasa de Sela’ya bak, Ute Lemper’a dön, Michael Jackson’ı yeniden keşfet… Ne alaka diyeceksiniz. Ama öyle…
S: Müziğinizi belirli bir türle sınırlamak mümkün değil. Siz nasıl tanımlarsınız?
ŞS: Kara Kabare…
S: Sizi Andrey Tarkovski’nin Mühürlenmiş Zaman’da tanımladığı türden bir sanatçı olarak görüyoruz: “Ne olursa olsun, yalnızca bir meta olarak ‘tüketilmek’ istemeyen her türlü sanatın amacı, hiç şüphesiz kendine ve çevresine, hayatın ve insan varlığının anlamını açıklamak, yani insanoğluna gezegenimizdeki varoluş sebebini ve amacını göstermek olmalıdır. Hatta belki de hiç açıklamaya bile kalkmadan onları bu soruyla karşı karşıya getirmelidir.” Peki ya siz sanatınız hakkında ne düşünüyorsunuz? Ek olarak sizce niçin televizyonlarda ve diğer yaygın basın organlarında ‘sizin türünüze’ sık rastlayamıyoruz?
ŞS: Tüylerim diken diken oldu bu alıntıyı okurken… Kesinlikle sanatın amacı bu, görevi bu. Benim şarkılarım hep bu titreşimden doğuyor. Müzikteki amacım, dinleyicilerimi, Tarkovski’nin dediği gibi, varoluşun sırlarıyla, gizemleriyle, sorularıyla çıplak bir şekilde karşı karşıya bırakmak. Sadece bu karşılaşmayı sağlamak. Dinleyici bunu içselleştirdiği zaman, kendi sonuçlarına ve cevaplarına varacaktır… Bu tür sanat tarzlarının çok yaygın olmamasının sebebi, bu anlayışın çok yaygın olmamasından kaynaklanıyor. Gücü elinde taşıyanlar istemez ki, çoğunluğun en büyük gizem olan varoluşu deşmesini… Çünkü bunu yaptığı an, bizim ‘orta halli’ insan bir anda güç sahibi olur. Büyük çoğunluğun bir anda bunlara kafa yorduğunu düşünsene… Ne biçim olur dünya.
S: ‘Sevgisiz yüzlere’ ve ‘şiirsiz bedenlere’ hayatınızın hangi evrelerinde rastladınız, yabancı ülkelerdeki ayrımcılıkta mı, yoksa çektiğiniz kısa filmin altına (Youtube) yapılan yorumlarda mı? Yoksa onlar her zaman hayatın içindeler mi?
ŞS: Youtube’daki yorumları görmedim… O yüzler ve bedenler her zaman her yerde karşımıza çıkabiliyor… Çıkacaklar tabii. Eskiden çok kafaya takardım, bir bakışı, bir sözü, bir sahte gülüşü… Albüm, benim bu tür şeyleri umursamamaya başlamamın dönüm noktası. Birisi isteyerek kırıcı, yalan dolan, sevgisiz davranıyorsa, bu onun sorunu. Bunu kendine meslek etmiş kişilere zihin açıklığı dilerim, çünkü yolları çok uzun.
 
S: Biraz da bu kısa filmden bahsedelim: Şampiyon Beşiktaş. Yönetmenliğe nasıl bakıyorsunuz, yapmayı istediğiniz bir iş mi ve başka tecrübeleriniz de var mı? Yoksa senaristi Vedat Özdemiroğlu’nun hatrına bir defalığına mı yapıldı?
ŞS: Sinema üzerine yüksek lisans yaptım. Yönetmen olmak istiyordum o zamanlar. Ama seziyordum hep, şarkı söylemenin yaptığım ve yapabildiğim en iyi şey olduğunu. Bu konuda bir şüphem kalmadı. Ama sinema ve yönetmenliğe bir ara döneceğim, bunu da seziyorum. Bu alanda Vedat’la çalışmayı çok seviyorum.
S: Müzik dünyasına ilk adım attığınız gün ile bugün arasında ne değişti Şirin Soysal üzerinde, fikirlerinde, hayata bakışında? Gelecek planlarınız nelerdir?
ŞS: Bir şey yapmak istediğinizde, ve o şeyle ilgili çok heyecanlıysanız, kararlı bir ilk adım atmanız gerekiyor. O ilk adım yeterince kararlıysa, gerisi geliyor. Herşey tamamen bizde bitiyor. ‘Hayatta yapamam’ dediğinizde hayatta yapamazsınız. Bu kadar basit. Bunu öğrendim bu süreç içinde. Gelecek planlar… İkinci albüm üzerinde çalışıyoruz. Daha çok konser vermeyi, İstanbul dışında ve Türkiye dışında da konserler vermeyi istiyoruz.
 
S: Ülke siyasetine ve gündemine bakışınız nedir? Gözlemlediğiniz ne gibi sorunlar var ve bu konularda düşünceniz nedir?
ŞS: Ülkeyi bırak, dünya siyaseti gülünç. Uzaktan gözlemlediğim kadarıyla siyaset, bir kaç adamın ve kadının, ellerindeki iplerle tüm insanlığı yönetme ve köleleştirme çabası. Ama insanlar artık uyanıyor. Büyük yükselişten önceki büyük çöküş olarak görüyorum şu anki durumu… Dünyayı ve insanlığı güzel zamanlar bekliyor…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder